BAŞLAMA NOTU: Birazdan burada okuyacaklarınız tamamen hayal ürünüdür. Vurgulanmak istenen şeyler apaçık ortada olmakla birlikte, hiçbir dini oluşumu ve o oluşumun getirisini çarpıtmak değildir amaç. Aşağıdaki metin ''Ve Tanrı Bizleri Yarattı'' metninin ilk kısmıdır.
ayyyy çok resmi başladım pıtırcıklarım biliyorum ama bu almam gereken bir önlemdi. sizi öykümüzle başbaşa bırakıyorum umarım seversiniz :)
VE TANRI
BİZLERİ YARATTI
Sanıldığının aksine leylekler hiçbir zaman
insan taşımadılar dünyaya ve ailelere. Onlar, hep en önemli şeyi taşıdılar; tanrının
nefesini, bizim ruhlarımızı…
Görevleri çok basit gibi görünse de döngü içindeki en zor görev onlarınkiydi. Tanrı, nefesini emanet edebileceği tek kişinin yine kendisi olduğunu biliyordu, bu yüzden kendinden olanları, melekleri yarattı ve nefesini onlara emanet etti.
Görevleri çok basit gibi görünse de döngü içindeki en zor görev onlarınkiydi. Tanrı, nefesini emanet edebileceği tek kişinin yine kendisi olduğunu biliyordu, bu yüzden kendinden olanları, melekleri yarattı ve nefesini onlara emanet etti.
Leylekler, emanet meleklerinden
tanrının parçalarını alıp dünyaya taşırdı, yolculuk kimi zaman çok kısa
sürerken kimi zaman da çok uzun sürebiliyordu. Bu, ruhun gücüne bağlıydı.
Leylekler Dünya’ya vardıklarında nereye
gideceklerini zaten biliyorlardı. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden önceden
belirlenmiş evlerin yakına tünüyor ve bekliyorlardı, ta ki hissedene kadar…
Bir anneyi hissetmek hiç de kolay bir şey
değildi aslına bakılırsa, çünkü onlar duyguları kuvvetli varlıklardı. Tanrının
büyük hediyesi…
Taşıyıcılar, gerçekten hissettiklerinde ölümsüz kimliklerinden sıyrılıp gerçek dünyaya adım atarlardı. Varlıkları, içinde bulundukları ortamda bir anlam kazanırken bedenleri de itaat etmek için kıvrılır, eğilir ve bükülürdü. Hazır olduklarında, ince bacakları üzerinde doğrulur ve kafalarını gökyüzüne doğru kaldırıp gagalarıyla orayı işaret ederlerdi; geldikleri ve gidecekleri yeri…
Taşıyıcılar, gerçekten hissettiklerinde ölümsüz kimliklerinden sıyrılıp gerçek dünyaya adım atarlardı. Varlıkları, içinde bulundukları ortamda bir anlam kazanırken bedenleri de itaat etmek için kıvrılır, eğilir ve bükülürdü. Hazır olduklarında, ince bacakları üzerinde doğrulur ve kafalarını gökyüzüne doğru kaldırıp gagalarıyla orayı işaret ederlerdi; geldikleri ve gidecekleri yeri…
Leyleklerin kanatlarını her iki yana açıp
bağırmasıyla doğacak olanın ilk nefesine refakat edecek sesi kendisine
bahşedilmiş olurdu ve o, usulca annesinde yerini alırdı. Leylekler rahme
gözyaşlarıyla üflerdi daima, böyle yaparak doğacak olanın çekeceği acıların bir
kısmını onun yerine çekmiş olacaklarına inanır ve yok olurlardı. Biranda,
öylece…
Doğa hep dengede kalmalıydı, yoksa her şey
yok olurdu. Tanrı, dengeyi bu yüzden kurdu, dünyanın insanı kontrol altında
tutabilmesi için. Bir canlı doğarken bir ya da birden fazla canlı ölmeliydi.
Enerji dengesi taviz verilemeyecek bir dengeydi çünkü. Leylekler giderken
yanlarında götürmeyi ihmal etmediler bu yüzden…
İnsanlar kendilerinden üstün gördüklerine
özendiler hep ve daha çok istediler. Meleklere, tanrının gücüne ve tanrının
seçtiklerine uzak olduklarını düşündüler daima, tıpkı meleklerin de insanlara
çok uzaktan bakıp onları merak ettikleri ve kendilerinden üstün gördükleri
gibi…
Samandriel* emanet meleklerinden birisiydi,
hatta ilk yaratılanıydı. Bu yüzden emanetçiler içindeki en kıdemli melek oydu,
insanlık var olduğundan beri onlara ruhlarını o gönderiyordu. Ne olduysa her
şey yorulduğu ve hayal edip istediği bir günde oldu.
Samandriel tanrının isteğiyle, daima hangi
ruhun nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Taşıyıcılara yerleştirilen her bir
ruh parçasının ne denli güçlü ve güzel bir sihri içerdiğinin farkındaydı. Kimi ruh
parçasından çok güzel sesler gelebiliyordu. Bu, onun doğanın sesleri ile kutsanacağı ve kimsenin duymadığı şarkıları söyleyebileceğinin göstergesi olabilirdi ve kimilerinin ruhu ise o kadar parlak
ve olağanüstüydü ki kendisini keşfedebilmesi ancak kendisiyle vereceği savaşa
bağlıydı. Kiminin ruh parçası ise karanlıkla ve anlaşılmayan şeylerle doluydu,
ama tanrı bunu bilerek mi yapıyordu yoksa o da gerçekten arada hata yapabilir
miydi, anlam vermek olanaksızdı. Samandriel, gördüğü ve duyduğu şeylerden insanın
nasıl olacağı yönünde çıkarımlarda bulunup yaşamıyla ilgili tahminlerde
bulunabilirdi ve fakat bunu hiçbir zaman sesli dile getirmezdi, çünkü bunu
kesin olarak sadece tanrı bilebilirdi.
İnsan denen varlık göz alıcıydı, çünkü
tanrının birer yansımasıydılar ve her ne kadar ortak bir yaratıcı tarafından
şekil verilmiş olurlarsa olsunlar, farklılıklar benzerliklerden çok daha
fazlaydı. Samandriel hep hayal etmişti, bir leyleğin kanadına oturacak ve
uçarak dünyaya inecekti. Taşıyıcısının çığlığıyla yepyeni bir taşıyıcıda hayat
bulacak ve olduğunun aksine bir farklılıkta sürdürecekti varlığını. Uzaktan bakıp
da hep istediği şeyleri gerçekleştirebilecekti. İnsanlardan ailesi olacak,
tanrının elinin değdiği yepyeni bir gezegende yaşayacak ve bir türlü anlam
veremediği aşkı tadacaktı. En önemlisi ise her zamankinden daha özgür olacak,
durmadan dua edip dileklerde bulunacak ve tanrının dokunuşunun farklılığını
bütün insanoğluna kanıtlayacaktı.
Meleklerde düşünebiliyordu elbette. İyiyi ve
kötüyü hissedebiliyorlardı, karar alabiliyorlardı. Tanrı bir diktatör değildi
ve kendinden olanların düşündüklerine hep kulak verirdi. İnsanlığın daima en
iyisi olmasını istedi tanrı, bu yüzden daha çok melek yarattı ve herkese
görevlerini dağıttı. Her şey kusursuzdu cennette ve tabii ki Elders** bu konuda
çok yardımcı oluyordu döngüye. Samandriel hata yapmanın nasıl bir şey olduğunu
merak ediyordu, çünkü tanrının emriyle her şey mükemmeldi fakat insanoğlu bu
düzene tabi değildi.
Bir gün tanrının karşısına çıktı Samndriel. Yaratıldığı
andan beri yaptığı hizmetleri anlattı. Tanrıya zaten bildiklerini tekrarladı. Hayallerinden ve yapmak istediklerinden bahsetti. Zamanlamasının yanlış
olduğunu bilmiyordu ve tanrının hiddetiyle karşılaştı. Dünya’da yer ve gök
sallandı, cennetin kapıları kapandı ve koridorlarda tanrının yıkıcı nefesi
patladı. Cehennemde ateşler yükseldi ve bazıları hiç var olmamışçasına yok
oldular. Samandriel neye uğradığını bilemedi. Tanrıyı daha önce hiç böyle
görmemişti ve af dilemekten başka çaresinin olmadığını biliyordu. Anladı ki
kendisini asla insanlarla bir tutmaması gerekiyordu. Asla onlar kadar değerli
olamayacaktı ve asla en az onlar kadar bir insan…
Samandriel varlığından bile haberinin
olmadığı o yabancı duyguları tadarken kendi sebep olduğu şeylerin farkında
değildi. Birkaç leylek yok olmuş ve emanet melekleri korkudan cennetin beşinci
kapısını terk etmişlerdi. Cennetteki ışık ağacından yapılmış tahta kapıyı
yavaşça açtı Samandriel, Tanrının dilinde ki beş, altın işlemelerle kazınmıştı
kapıya… Leylekerin bulunduğu beyaz mermerden yapılmış hole gelebilmek için,
asker meleklerin nöbet beklediği, yerlerini siyah mermerlerin süslediği geniş
koridorda yavaş ama keskin adımlarla yürüdü Samandriel. Holün girişine
ulaştığında aniden durdu. Orada ne olduğunu çok iyi biliyordu ve yapması gerekeni
de. Karşısına çıkan pürüzsüz ve saydam duvara çarpmak sonunu getirebilirdi. Biraz
önce tanrının merhametine sığınmıştı ama bir duvardan merhamet dileyemezdiniz. Samandriel
nazikçe üfledi duvara ve ışık huzmesi altında hızlıca geçip duvarın
öldürücülüğünü tekrar kazanmasını izledi.
Ortasından kesilmiş kocaman bir küreydi
içinde bulunduğu oda. Işığın ve ılık bahar rüzgarlarının hiç eksik olmadığı bu
odanın duvarlarında taşıyıcı leylekler uyurdu. Leyleklerin tüneyebilmesi için
açılmış milyonlarca oyukla dolu olan duvarların önünde, yatakları ay taşından dövülmüş içlerinden berrak ve serin suların aktığı küçük nehirler şeritler
şeklinde bütün odayı kaplıyordu. Huzursuzca kıpırdanan leylekleri küçük bir fısıltıyla
yatıştıran Samandriel, hızlı adımlarla taş balkona çıktı. Aslında burası emanetlerin
leyleklere verilerek dünyaya uğurlandığı bir yerdi. Cennetin eşsiz bahçelerinin
manzarası hakimken bütün balkona, gülüp oynayan, yiyen ve içen
melekleri izlemektense o yeni havalanan bir leyleği izlemeyi tercih etmişti.
Tanrı, Samandriel’a büyük bir güç bahşetmişti ve bu büyük güç büyük sorumluluk
demekti. Taş balkonun sarsıldığını anlamasıyla, kendisini büyük bir endişeyle
sakinleştirmeye çalıştı. Kendisini tanımakta zorluk çekiyordu ama anılarının
onu meşgul etmesine de engel olamıyordu. Cennetten atılan kardeşlerini düşünde
ve tabii cehenneme sürgün edilenleri… Hepsinin hayalleri ve istekleri vardı
kıskançlıklarının gölgesinde büyüyen. Öyle olmamalıydı ama böylede olmak
istemiyordu. İnsanda olamadığına göre…
Samandriel hızlıca hole döndü ve başka bir
kapıdan girip saygıyla yere eğildi. Kafasını öne eğip iki elini de öne doğru
olabildiğince uzattı ve istedi. Emanet hemen ona itaat etti ve avuçlarını tanrının
nefesiyle doldurdu. Ellerinde tuttuğu bir kadının bedenine gidecek olan ruhtu
bunu her şeyiyle hissediyordu. Leyleklerin dinlendiği, küçük taş sütunlarda ki
ateşin hiç sönmediği avluya tekrar geldi Samandriel ve bir leyleği huzuruna
çağırdı. İnce uzun boynunun taşıdığı zarif kafasına küçük bir dokunuşta bulundu
leyleğin ve leylek büyük bir coşkuyla havalanıp uçtu.
Taşıyıcı, zorlu geçen bir uçuşun ardından dünyaya vardı. Ruh çok güçlü
ve büyüktü bu yüzden yorulmuştu. Biraz bekledikten sonra hissetti ve ilk defa
bu kadar çabuk hissedişine şaşırmış olsa da ritüeline başladı. Ruhu, rahme göz
yaşlarıyla teslim etti ve havalandı. Gök yüzünden yanında götürmesi gereken bir
ölümlünün ruhunu kaptı ve aniden bir yanlışlık olduğunu hissetti. Evin
çatısında daireler çizip gök yüzüne yalvararak uçmaya başladı. Sonra güneşten
gelen bir ateş parçası leyleği ve yanında götürmesi gereken ruhu yaktı ve
küller gök yüzüne savruldu.
* * *
* * *
Anne, çocuğunun ilk tekmesini hiç beklemediği
bir anda hissedince koşarak çocuğunun babasının yanına gitti. Dışarıda sonbaharın
kızıllığı bütün ağaçları boyarken, insana huzur veren sakin rüzgarlar da son
kez yalıyordu her yeri. Adamı bahçede otların üstünde tembellik yaparken buldu
kadın. Etrafta külleri uçuşurken gözlerini açıp da dinleyemedi adam kadını ve
aylar sonra tek başına bir çocuk dünyaya getirdi kadın. Bir erkek doğurdu, bir kadının sahip olması gereken ruha sahip bir erkek…
*Mitolojide, hayal
gücünün meleği, bize geniş bir hayal gücüne sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu ve bu
şekilde birçok şeyi gerçeğe dönüştürebileceğimizi gösterir.
**Mitolojide, Tanrı'nın
tahtının çevresinde oturan 24 melek grubu. Bu melekler Tanrı'nın en kıdemli
yardımcılarıydılar.